 |
IMAN VE IBADET SITESI
|
Siirler
|
 |
 |

Necip Fazil
|
 |
Sakarya Türküsü İnsan bu, su misali, kıvrım
kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; Şu
çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan
bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya,
kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakaryanın,
Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!
..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl
taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki, sonunda, ne
rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden,
vatandan, arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski
güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar
sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna
Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş
damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat
süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten
sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun, Divanesi ikimiz kaldık
Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan
ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu
dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
(1949) |
|
|
KALDIRIMLAR I
Sokaktayım,
kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan
yürüyorum.
Yolumun karanlığa
saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir
hayâl görüyorum.
Kara gökler kül rengi
bulutlarla kapanık.
Evlerin bacasını
kolluyor yıldırımlar.
İn-cin uykuda, yalnız
iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri
kaldırımlar.
İçimde damla damla
bir korku birikiyor,
Sanıyorum, her sokak
başını kesmiş devler,
Üstüme camlarını,
hep simsiyah, dikiyor.
Gözüne mil çekilmiş
bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar,
çilekeş insanların annesi,
Kaldırımlar,
içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar,
duyulur ses kesilince sesi,
Kaldırımlar,
içimde kıvrılan bir insandır.
Bana düşmez can
vermek, yumuşak bir kucakta.
Ben bu kaldırımların
emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın,
bu karanlık sokakta,
Bu karanlık sokakta
bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin,
ben gideyim, yol gitsin,
İki yanımdan
aksın, bir sel gibi fenerler...
Tak, tak, ayak sesimi
aç köpekler işitsin.
Yolumun zafer tâkı,
gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim,
ne sabah görüneyim!
Gündüzler size kalsın,
verin karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi,
sımsıkı bürüneyim.
Örtün, üstüme örtün,
serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem,
taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar
alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar
kadar esrarlı bir uykuya.
Ölse kaldırımların
kara sevdalı eşi.
1927
Büyük Doğu Marşı Allahın
seçtiği kurtulmuş millet! Güneşten başını göklere yükselt! Avlanır, kim sana atarsa
kement, Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.
Allahın seçtiği kurtulmuş millet! Güneşten
başını göklere yükselt!
Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! Adet küçük, zaman çabuk,
yol uzun. Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un! Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!
Yürü altın
nesli, o tunç Oğuz’un! Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak! Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak! Doğsun BÜYÜK DOĞU,
benden doğarak!
Aynası ufkumun, ateşten bayrak! Babamın külleri, sen, kara toprak!
(1983) |
|
|
ÇOCUK
Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk; Ağaç içinde
ağaç geliştiren tomurcuk.... Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret; Karıncaya göz atsa "niçin,
nasıl? ve hayret... Fatihlik nimetinden yüzü nurlu bir mühür; Biz akıl tutsağıyız, çocuklar
ki asıl hür. Allah diyor ki : "Geçti azabımı rahmetim!" Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı
yetim.. Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın! Şimdi anladığını,
sonra anlayamazsın! İnsanlık zincirinin ebediyet halkası; Çocukların kalbinde işler zaman
rakkası...
YUNUS EMRE
Kaç mevsim bekleyim daha kapında, Ayağımda
zincir, boynumda kement? Beni de, piştiğin belâ kabında, O kadar kaynat ki, buhara benzet !
Bekletme Yunus'um, bozuldu bağlar, Düşüyor
yapraklar, geçiyor çağlar, Veriyor, ayrılık dolu semalar, İçime bayıltan, acı bir lezzet.
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan; Geleyim, izine
doğru arkandan; Bırakmam, tutmuşum artık yakandan, Medet ey dervişim, Yunus'um medet
|
 |
ALLAH DERİM |
Sırtımda taşımaz yükü göklerin; Herkes
koşar, zıplar, ben yürüyemem İsterseniz hayat aşını verin; Sayılı nimetler bal
olsa yemem!
Ey
akıl , nasılda delinmez küfen ? Ebedi oluşun urbası kefen! Kursa da boşluğa asma köprü
, fen, Allah derim, başka hiç bir şey demem! |
|
 |
|
 |
|
 |
|
|