Namaz:
Namazın Önemi ve Fazileti
1- Bilindiği gibi Yüce Allah'ı tevhid (bir kabul etmek), Onun eşsiz varlığını bilip tasdik
etmek, farz olan en büyük bir görevdir. Bundan sonra farzların en büyüğü ve en önemlisi namazdır. Namaz, imanın
alametidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, mü'minin miracıdır. Mü'min bu namaz sayesinde Yüce Allah'ın manevî
huzuruna yükselir. Yüce Allah'a yalvararak manevî yakınlığa erer. Mü'min için ne yüksek bir şeref!..
Bütün hak dinler, insanlara namaz kılmalarını emretmişlerdir. Bizim sevgili Peygamberimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) Efendimiz de, peygamber olarak gönderilişlerinden itibaren namaz kılmakla yükümlü olmuştur.
Ancak o zaman, güneşin doğuşundan ve batışından sonra olmak üzere günde iki defa namaz kılınıyordu.
Sonra Miraç gecesinde beş vakit namaz farz olmuştur. Hazreti Peygamber'in miracı ise, sahih kabul edilen rivayete
göre, Medine'ye hicretlerinden on sekiz ay önce Receb ayının yirmiyedinci gecesinde olmuştur.
2- Kur'an-ı Kerîm'de ve hadîs-i şeriflerde namaza dair birçok emirler ve öğütler vardır. Bütün bunlar,
İslam dininde namaza ne kadar büyük önem verildiğini gösterir. Bir ayet-i kerîmenin anlamı şöyledir:
"Ey Resulüm! Sana vahy olunan Kur'an ayetlerini güzelce oku ve namazı gereği üzere kıl. Gerçekten namaz,
edeb ve namusa uygun olmayan şeylerden, çirkin görülen işlerden alıkor. Her halde Yüce Allah'ı zikretmek,
her ibadetten daha büyüktür. Yüce Allah bütün yaptıklarınızı bilir." Namaz
ibadeti ise, en büyük zikirdir. Diğer bir ayet-i kerîmenin anlamı şöyledir:
"Namazı gereği üzere yerine getiriniz, zekatı yeriniz. Nefisleriniz için hayır olarak önceden
ne gönderirseniz, onu Yüce Allah yanında (sevab olarak) bulursunuz; asla kaybolmaz. Muhakkak ki, Allah
yaptıklarınızı görür." Bir hadîs-i şerîfde:
"Namaz dinin direğidir." buyurulmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfin
anlamı şöyle: "Namaz, kişinin kalbinde bir nurdur; artık sizden içini aydınlatmak dileyen,
kalbindeki nurunu artırmaya çalışsın." İşte bütün bu mübarek
ayetlerle hadîs-i şerifler, namazın Yüce Allah yanında ne kadar büyük ve makbul bir ibadet olduğunu göstermeye
yeterlidir. 3- Gerçek şu ki, namaz çok mukaddes bir ibadettir. Namazın faziletlerine nihayet
yoktur. Namaz, aklı yerinde olan ve büluğ çağına ermiş bulunan her müslüman için belli vakitlerde
yapılması gereken şerefi yüksek farz bir görevdir. Bu önemli farzı yerine getirenler, Yüce Allah'ın
pek büyük ikram ve ihsanlarına kavuşacaklardır. Bunu kasden terk edenler de, azabı çok şiddetli olan
Allah'ın acıklı cezasını çekeceklerdir. Müslümanlar, henüz yedi yaşına
girmiş çocuklarını namaza alıştırmakla görevlidirler. Bu çocuklara ana-babaları ve yetiştiricileri
namaz kılmalarını öğretir ve yaptırırlar. On yaşına bastığı halde namaz
kılmayan çocuğa velisi, üç tokattan ziyade olmamak üzere, hafifçe el ile vurur. 4- İnsan
bir düşünmeli, her an Yüce Allah'ın sayısız nimet ve ihsanlarına kavuşmaktadır. Öyle ikramı
bol, merhameti geniş olan yaratıcımızın tükenmeyen lütuflarına karşı teşekkürde
bulunmak gerekmez mi? İşte insan, namaz yolu ile şükür borcunu ödemeye, yaratıcısının
lütuf ve nimetlerini tatlı bir dil ile anarak kulluk görevini yerine getirmeye çalışmış olur. Bu
bakımdan: "Namaz, şükrün bütün çeşitlerini bir araya toplar." denilmiştir.
Bununla beraber namaz ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, imanı yüksek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden
alıkoyan, insanı hayırlara, düşünceye, tevazu ve intizama götüren en güzel bir ibadettir.
İnsan namaz sayesinde nice günahlardan kurtulur ve Yüce Allah'ın nice ihsan ve ikramlarına kavuşur.
Namaz, manevî hayattan başka maddî hayata da canlılık verir. İnsanın temizliğine, sağlığına
ve intizamla hareket etmesine sebeb olur. 5- Sonuç: Namazın meşru kılınmasındaki
hikmetler ve yararlar her türlü düşüncenin üstündedir. Fakat bir müslüman namazını yalnız Yüce Allah'ın
rızası için kılar, yalnız yaratıcısına şükür ve saygı için kılar. Namazın
insana yararı olmadığı düşünülse dahi, yine bunu bir kul görevi bilerek sadece Allah'ın emrine
uymak için yerine getirmeye çalışır. Bu kutsal görevin yerini hiç bir şeyin tutamayacağını
kesinlikle bilir. Namaza harcayacağı dakikaları, hayatının en mutlu ve neş'eli zamanı olarak
kabul eder. Doğrusu, geçici hayatın son bulmayacak birçok kazançları ancak namaz sayesinde
elde edilir. Namaza ayrılan saatler, sonsuzluk aleminin tükenmez mutluluk günlerini hazırlamış olur.
Bu çok mübarek ve pek feyizli ibadete gereği üzere devam edenlere müjdeler olsun!..
Namazla İlgili Bazı Deyimler 6- Salât: Namaz demektir. Çoğulu "Salâvat"dır. Salât, sözlükte
dua manasındadır. Din deyiminde, bildiğimiz ibadetten, erkân ve zikirlerden ibarettir. Namaz kılana, "Müsalli"
denir. Bir de "Salât", Peygamber efendimize şu şekilde yapılan dua manasına da gelir:
"Allahümme salli ve selim alâ seyyidina Muhammedin ve alâ ali seyyidina Muhammed = Allah'ım! Efendimiz
Muhammed'e ve onun ailesine selamet ve rahmet ihsan buyur." Bu salat ve selamdan maksad, Peygamber efendimizin hem dünyada,
hem de ahirette her türlü ikrama kavuşmasını istemekten ve bu vesile ile kendisine olan bağlılığımızı
ve saygımızı göstermekten ibarettir. 7- Tekbir: "Allahü Ekber" demektir.
8- Kıyam: Ayakta durmaktır. 9- Kıraat: Kur'an-ı
Kerîm'den bir mikdar okumak demektir. 10- Rükû: Sözlükte eğilmek demektir. Din
deyiminde, namazdaki okuyuştan sonra eğilerek baş ve sırtı düz bir şekle getirmektir.
11- Kaveme: Rükû halinden doğrulup da bir defa "Sübhane Rabbiyel'azim" diyecek kadar
ayakta durmaktır. 12- Secde: Namaz kılarken yere eğilerek yüzün bir
kısmını, Yüce Allah'a saygı için yere koymaktır. Arka arkaya yapılan iki secdeye "Secdeteyn"
denir. "Sücûd" sözü de secde etmek ve secdeler manasına gelir. 13- Celse: İki
secde arasında bir defa "Sübhane Rabbiyel'azim" diyecek kadar oturmaktır.
14- Ka'de: Namazda teşehhüd için, "Ettehiyyatü lillâhi"yi okumak için oturmaktır.
Bir namazda iki defa oturulursa, birinci oturuşta "Kade-i Ûlâ = İlk otururş", ikincisine de:
"Kade-i Ahire = son oturuş" denir. 15- Rek'at: Namazın bölüklerinden
her biri demektir. Şöyle ki: Bir namazda kıyam, rükû ve iki secdenin toplamı bir rekattır. Bir namazda
iki kıyam, iki rükû ve dört secde bulunursa, o namaz iki rekatlı olur. Üç veya dört kıyam bulunursa, o namaz
üç veya dört rekatlı olur. 16- Şef: Çift manasında olup namazların
her iki rekâtına denir. Dört rekâtlı bir namazın önceki iki rekatına "birinci şef" son iki rekatına
da "ikinci şef" denir. Üç rekatlı bir namazın üçüncü rekatı da, "ikinci şef" demektir.
Namazların Nevileri ve Rekâtları 17- Namazlar, farz, vacib, sünnet ve müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle
ki: Aklı yerinde olan ve büluğ çağına eren her müslümanın günde beş defa belli vakitlerde belli
rekâtlarla kılacağı namazlar, birer farzı ayndır. Cuma namazı da bu kısımdandır.
Vitir ve bayram namazları birer vacibdir. Farz namazlardan önce veya sonra yahut hem önce, hem de sonra kılınan
bir kısım namazlar birer sünnettir. Teravih namazı da böyledir. Diğer vakitlerde sadece Allah'ın
rızası için kılınan ve nafile (tatavvu) denilen bir kısım namazlar da, ya birer sünnet veya
müstahabdır. Kuşluk namazı gibi. Bütün bu namazların sahih olması için birtakım
şartları ve rükünleri vardır. Bunların yerine getirilmesi de birer farzdır. Bunlar namazların
farzlarını teşkil eder. Bunlardan başka, namazların birtakım vacibleri, sünnetleri ve edebleri
de vardır. Namazların bir takım mekruhları ve müfsidleri de vardır. Her namazın
bunlardan beri olması lazımdır. Bunun için her müslümanın bunları bilip ona göre din görevini yerine
getirmesi gerekir. 18- Namazların rekâtlarına gelince: Sabah namazının iki rekât
sünneti ve iki rekât farzı vardır. Öğle namazının dört rekât ilk sünneti, dört
rekât farzı ve iki rekât son sünneti vardır. İkindi namazının dört rekât önce
kılınan sünneti ve dört rekât farzı vardır. Akşam namazının üç rekât
farzı ve sonra kılınan iki rekât sünneti vardır. Yatsı namazının
dört rekât ilk sünneti, dört rekât farzı ve iki rekât son sünneti vardır. Cuma namazının
dört rekât ilk sünneti, iki rekât farzı, dört rekât son sünneti, iki rekât da "vaktin sünneti" adıyla diğer
bir sünneti vardır. Vitir namazı ise, üç rekâttan ibarettir. Bayram namazları ikişer
rekâttır. Teravih namazı yirmi rekâttır. Diğer nafile namazlar da, en az ikişer
rekâttır. Bütün bunlar sırası ile açıklanacaktır.
Namazların Farzları, Şartları, Rükünleri 19- Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı, daha namaza
başlamadan önce yapılması gereken farzlardır ki, şunlardır: 1) Hadesten taharet, 2) Necasetten
taharet, 3) Setr-i avret, 4) Kıbleye yönelmek, 5) Vakit, 6) Niyet. Diğer altısı
da, namazın başlangıcından itibaren bulunması gereken farzlardır ve şunlardır: 1)
İftitah (namaza girme) tekbiri, 2) Kıyam, 3) Kıraat, 4) Rükû, 5) Sücud, 6) Kaide-i ahire (son
oturuş). Bunlara da "Namazın rükünleri" denir. Bunlar namazın aslını ve temelini
teşkil ederler. 20- Yukarda sayılan on iki farzdan başka, namazda "Tadil-i Erkan"a riayet
edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç İmama göre, farz olduğu gibi, namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da
İmam Azam'a göre bir farzdır. Buna "Huruç bisun'ihi = Kendi isteği ile çıkmak" denir.
Bunlarla namazın rükünleri sekiz olmuş olur. Bunlar da sırası ile açıklanacaktır.
Hadesten ve Necasetten Taharet
21- Namazdan önce hadesten ve necasetten taharet birer şarttır. Bunlar bulunmadıkça namaz sahih olmaz. Hükmî
necaset denilen hadesten, abdesti veya guslü gerektiren hallerden temiz bulunmak gerektiği gibi, hakikî necaset denilip
maddeten pis bulunan şeylerden temiz bulunmak da gerekir. Öyle ki, namaz kılacak kimsenin bedeni ile elbisesi ve
namaz kılacağı yer temiz olacaktır. Bu iki şartla ilgili ikinci kitabın (93 ve 95.) meselelerine
bakılsın.
Setr-i Avret (Ayıp Yerleri Örtmek) 22- Namazda avret yerini örtmek bir şarttır. Şöyle ki: Namazda örtülmesi
farz olan ve başkalarının bakmaları caiz bulunmayan organlara "Avret yeri" denir. Erkeklerin avret sayılan
yerleri, göbekleri altından dizleri altına kadar olan yerdir. Diz kapakları da bu avret sayılan yere girer.
Kadınlara gelince: Hür olan kadınların yüzleri ile ellerinden başka, bütün bedenleri avrettir. Yüzleri
ile elleri, namazda ve namaz dışında, fitne korkusu olmadıkça avret değildir. Ayaklarının
avret olup olmaması ihtilaflıdır. Sahih kabul edilen görüşe göre, kadınların ayakları da
avret değildir. Çünkü bunlarla yolda yürümek ihtiyacı vardır. Bu bakımdan bunları örtmek, hele fakirler
için, zordur. Diğer bir görüşe göre, hür olan bir kadının namazı, ayağının
dörtte biri açık bulunması ile bozulur. Diğer bir görüşe göre de, namazda kadının ayakları
avret sayılmazsa da, namaz dışında avret yeri sayılır. Bu ihtilaftan kurtulmak için ayaklarını
örtmeleri iyi olur. Sahih olan görüşe göre, hür kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş
saçları da avrettir. 23- Cariyeler (köle olan kadınlar) için avret yeri, erkekler gibi, göbekleri
altından dizleri altına kadar olan kısımla karın ve sırtlarıdır. Hür kadınların
şeref ve durumları bakımından örtmek zorunda bulundukları organları daha çoktur. Köleler ise,
hürriyet şerefinden yoksun ve efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için, bunlara daha fazla genişlik
gösterilmiştir. 24- Avret sayılan yerlerden birinin tamamı veya dörtte biri kadarı
açık bulunsa, namazı bozar; fakat dörtte birinden noksanı açık bulunsa, bozmaz. İmam Ebû Yusuf'a
göre, avret sayılan bir uzvun en az yarısı açık bulunmadıkça namazı bozmaz.
Örnek: Namazda baldırın dörtte birinden noksanı açık bulunsa namaz bozulmaz. Yine bazı alimlere göre,
but ile diz kapağı bir uzuv sayılır. Yalnız diz kapağının açık bulunması
ile namaz bozulmaz; çünkü diz kapağı, bir organın dörtte birinden azdır. 25- Bir
uzvun namazı bozma bakımından avret olması, başkalarına göredir; sahibine göre değildir.
Başkaları tarafından görülemeyecek bir halde bulunması yeterlidir. Bunun için bir kimse namaz kılarken
geniş bulunan elbisenin yakasından avret yerini görecek olsa, başkaları göremeyeceği için, namazı
bozulmaz. Fakat başkaları görebilecek bir durum olsa namaz bozulur. 26- Bir kimse namaz kılarken,
elinde olmayarak açılan bir avret yerini hemen kapayacak olsa, namazı bozulmuş olmaz. Fakat kıyam veya
rükû gibi bir rüknü yerine getirecek kadar bir zaman örtmezse, sahih olan görüşe göre namaz bozulur. Namaz içinde elbiseye
sıçrayan bir pisliği hemen atmak veya bekletmekte de aynen bu hüküm uygulanır. Fakat bu gibi namaza engel işler,
insanın kendi iradesi ile yapılırsa, namaz hemen bozulur. Muhtelif avret yerlerinin birer
parçası açılıp da bunların toplamı, en küçük avret organının en az dörtte birine eşit
olursa ve açıklık müddeti de bir rüknü yerine getirecek bir zaman devam ederse, namaz bozulur; değilse bozulmaz.
27- Bir kimsenin temiz elbisesi olup da, onu giymeye gücü bulunduğu halde onu giymeyerek gece karanlığında
çıplak olarak namaz kılmış olsa, ittifakla namazı caiz olmaz. 28- Derinin rengini
gösterecek şekilde ince olan bir elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bunun için böyle bir elbise ile namaz
sahih olmaz. Elbisenin darlığından dolayı avret yerinin belli olması, kötü bir hal ise de, namazın
sıhhatine engel olmaz. 29- Elbise bulacağını ümit eden çıplak bir kimse, vaktin
çıkmasından korkmadıkça, bekler. Temiz yer bulacağını ümit eden kimse de, böyle yapar.
30- Avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, oturarak ve ayaklarını kıbleye doğru uzatarak imâ
(işaret) ile namaz kılar. Onun için en iyi kılış şekli budur; çünkü bu vaziyette örtünme haline
daha çok bürünmüş olur. Avret yerinin bir kısmını örtecek bir şey bulununca, onu kullanma vacib olur.
Bu durumda önce avret-i galize denilen ön ve arka taraflar örtülür. Sonra erkeklerde butlar, daha sonra dizler örtülür. Kadınlarda
butlardan sonra karınlar, sonra sırtlar ve dizler, daha sonra da geri kalan kısımlar örtülür.
Bütün bunlar, namazın her halde yerine getirilmesini ve dinde çok önemli bir farz olduğunu göstermektedir.
Kıbleye Yönelmek 31- Namazda Kabe'ye doğru yönelmek de bir şarttır. Bilindiği gibi Kabe, Mekke
şehrindeki bir binadan ibaret değil, asıl olan bu binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru
üst tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kabe'nin yanında veya içinde
bulunanlar, Kabe'nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılabilirler. Cemaatle namaz kıldıkları
zaman da, imam ile cemaatin bir tarafta bulunması gerekmez. İmam Kabe'nin bir yönüne, cemaat da diğer yönlerine
yönelerek namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat, imamdan daha ileride bulunmuş
olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan Kabe'ye daha yakın bulunmaları, imama uymalanna engel olmaz.
İmam ile yüz yüze gelmemeleri kafidir. Kabe dışında uzakta bulunanların tam
kıbleye yönelik olarak namaz kılmaları farz değildir; Kabe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Bu kadarı
farzdır. 32- Kabe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin ve camilerin mihrabları
Kabe yönünü gösterir. Öncekilerden kalma eski bir mihrab varsa, Kabe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihrablar
usulüne uygun olarak yapılmıştır. Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi,
batı yönü olur. 33- Namaz için kıbleye yönelince, "döndüm kıbleye" denilmesi gerekmez.
Yeter ki kıblenin Kabe olduğu bilinsin. Zayıf bir görüşe göre de, döndüm kıbleye denmesi gerekir.
34- Bir kimse namazda iken bir özür bulunmaksızın göğsünü kıbleden çevirse, namazı ittifakla bozulur.
Sadece yüzünü çevirse, hemen kıbleye dönmesi gerekir; bununla namazı bozulmaz. Fakat harama yakın bir kerahet
işlemiş olur. 35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini
kıble tarafına çevirecek kimse bulunmadığı zaman gücü yettiği tarafa doğru namazını
kılar. Yine hasta olmadığı halde, bir düşman veya bir yırtıcı hayvan korkusundan dolayı
kıbleye yönelemeyen kimse, gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar; çünkü yükümlülük güce göre
olur. 36- Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından
ayrılmak korkusu bulunmayınca, hayvanını durdurup kıbleye dönerek namazını kılar.
Fakat yer çamurlu olmayıp da yalnız ıslanmış bulunsa, hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz,
yere inilmesi gerekir. Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa, hayvan üzerinde farz namazı
kılabilir. 37- Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı yere inmeden hayvan üzerinde
kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru
yürümekte olan bir hayvan üzerindeki insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine getirilecek
kadar dönmesi ile bozulur. 38- Kıble yönünü bilmeyen ve yanında soracak bir adam bulamayan
kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve yıldızlara bakarak kıble yönünü
araştırır da kanaat getirdiği tarafa doğru namazını kılar. Namazını tamamladıktan
sonra kıble yönünü belirlemede hata ettiğini anlarsa, artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken
kıble yönünü bilecek olsa, o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması gerekmez. Kıble
yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun,
durum aynıdır. Böyle bir kimsenin kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez.
39- Bir kimse kıble yönünden şüphelense ve yanında kıbleyi bilen bir adam olduğu halde ondan sormayarak
kendi araştırmasına göre bir tarafa yönelerek namaz kılsa, eğer gerçekten isabet etmişse namazı
sahih olur; fakat isabet etmemişse namazı sahih olmaz. Gözleri görmeyenin durumu da böyledir. Kıble konusunda
güvenilir bir kimsenin sözü, insanın kendi kanaatine uymasa bile, onu tutmak gerekir. Çünkü haber verme, araştırmadan
daha kuvvetlidir. 40- Kıble yönünden şüphe eden kimse, araştırma yapmaksızın
bir tarafa doğru namaz kılmaya başladıktan sonra namaz içinde kıbleye isabet ettiğini anlarsa,
namazını iade eder. Tam bir inançla kılacağı geri kalmış rekatları, şüphe ile
kılmaya başladığı rekatlar üzerine bina edemez; çünkü kuvvetli, zayıf üzerine bina edilmez.
Fakat namazını bitirdikten sonra isabetini anlarsa, namazı iade gerekmez; çünkü rekatların hepsi aynı
bir halde kılınmış olur. İmam Ebû Yusuf a göre, her iki halde de iade gerekmez.
41- Kıble yönünden şüpheye düşen kimse, araştırma yaptığı halde "kanaatına aykırı"
bir tarafa yönelerek namazını kılsa sahih olmaz. Bu durumda kıbleye isabet etmiş bile olsa, namazını
iade etmesi gerekir. İmam Ebû Yusuf'a göre, kıbleye isabet etmişse, namazı iade
etmek gerekmez. 42- Kıble yönü üzerinde ihtilafa düşen kimseler, yalnız başına
olarak namazlarını kılarlar. İmama uydukları takdirde, imamın kanaatına aykın bulunanların
namazı sahih olmaz. 43- Bir gemi içinde namaz kılan kimse gücü yetiyorsa kıbleye doğru
kılar; istediği tarafa doğru kılamaz. Gemi her döndükçe, onun da kıbleye doğru dönmesi gerekir.
44- Bir kimse abdestsiz olduğunu sanarak kılmakta olduğu namazdan ayrıldıktan sonra, mescitten çıkmamış
olsa bile, abdestli olduğunu hatırlamış olsa, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescitte
namaz kılarken kendisinde abdestsizlik hali olduğunu sanarak kıbleden ayrılsa da, mescidden çıkmadan
önce kendisinde abdestsizlik hali olmadığını anlasa, İmam Azam'a göre namazı bozulmuş olmaz;
mescidden çıktıktan sonra anlarsa, ittifakla namazı bozulur, çünkü bir özür bulunmaksızın yerin değişmesi
namazı hükümsüz kılar. 45- Nafile namazlara gelince: Bir kimse, nafile bir namazı şehir
dışında, bir özür olmaksızın hayvan üzerinde istediği yöne doğru kılabilir. İmam
Ebû Yusuf'a göre, şehir içinde de bu şekilde nafile namaz kerahetsiz kılınabilir. İmam Muhammed'e
göre ise, şehir dahilinde böyle nafile namaz kılmak kerahetle caizdir. Şehir dışından
maksad, sefer hükmünün başlamasıyla namazın iki rekat olarak kılınabileceği yer demektir. (Misafir
bölümüne bakılsın.) 46- Bir kimse, kıbleden başka bir tarafa yönelik olarak, bir
rekat namaz kılmış olan bir körü, kıble yönüne çevirip de ona uyacak olsa, bakılır; Eğer
kör, kıbleyi soracak bir kimse bulunduğu halde sormadan namaza başlamış ise, ikisininde namazı
sahih olmaz. Eğer soracak adam yok ise, körün namazı sahih olur, ona uyan adamınki sahih olmaz.
Müslümanların, namazlarını kılarlarken en eski ve en mukaddes mabed olan Kabe'ye yönelmeleri, aralarındaki
birliği canlandırmak, düzeni sağlamak ve gönüllerini müşterek bir ibadet duygusu ile ferahlandırmak,
ibadet nuru ile aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.
Namaz Vakitleri 47- Farz namazlarla bunların sünnetleri için, vitir namazı, teravih namazı, cuma
ve bayram namazları için vakit de bir şarttır. Şöyle ki: Farz namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam
ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle vakti içinde yerine getirilir. Bu namazların
vakitlerini bilmek farz olan bir görevdir. Vakti henüz girmeden kılınan bir namaz geçerli değildir, vakti içinde
yeniden kılınması gerekir. Vakti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise, eda değil,
kaza edilmiş olur. Kaza ise, her yönü ile edanın yerini tutmaz. Bir namazın özür olmaksızın kazaya
bırakılması, Yüce Allah yanında büyük sorumluluk gerektirir. Sünnet namazlarla, cuma ve bayram namazları,
vakitleri çıkınca kaza edilmezler. 48- Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğuşundan
güneşin doğuşuna kadar olan namazdır. İkinci fecir, sabaha karşı doğu tarafın
ufkundan yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti gerçek olarak girmiş olur.
Bunun için buna "Fecr-i Sâdık" denir. Bunun karşılığı, birinci fecirdir ki, gökte iki tarafı
karanlık dörtgen bir çizgi şeklinde beliren bir beyazlıktır. Bu az sonra kaybolur. Arkasından bir
karanlık gelir. Bundan sonra ikinci fecir meydana gelir. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermediğinden
ve yalancı bir aydınlık olduğundan, Fecr-i Kâzib (yalancı fecir) adı verilmiştir. Bu fecir
gece hükmündedir. Onun için bu vakitle ne yatsı vakti çıkmış, ne de sabah vakti girmiş olur. Öyle
ki, bu vakit içinde yiyip içmek de, oruç tutan kimseye haram olmaz. 49- Sabah namazını ortalık
açılıp ağardığı zaman kılmak müstahabdır ve daha faziletlidir. Buna "İsfar" denir.
Şöyle ki: İkinci fecrin aydınlığı tam meydana çıkıp da gecenin karanlığının
açılacağı zamandır ki, atılan bir okun nereye düştüğünü atıcının görebileceği
bir vakte kadar sabah namazı geciktirilmelidir. Aynı zamanda, kılınan bir sabah namazının fesadı
halinde, o namazı güneş doğmadan önce sünneti ile kılabilecek bir zaman da kalmalıdır. Yalnız
kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunacak hacılar, için, o günün sabah namazını hemen
fecrin arkasından daha ortalık karanlık iken kılmak daha faziletlidir. Buna "Tağlis" denilmektedir.
Üç imama göre, her zaman tağlis daha faziletlidir. 50- Öğle namazının vakti, güneşin
tam tepe noktasına geldikten sonra batıya doğru meyletmesi ile başlar. Güneşin tam tepeden batıya
meyletmesi anına "Fey-i Zeval" denir. Bu halde bulunan gölgeden başka, her şeyin gölgesinin iki misline çıktığı
zamana kadar öğle vakti devam eder. Öğlenin bu son vaktine "asr-ı sani" derler. Bu, İmam Azam'a göredir.
İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç imama göre, Fey-i zevalden başka her şeyin gölgesi,
kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazının vakti çıkmış ve ikindi namazının
vakti girmiş olur. Bu zamana da "Asr-ı evvel" denir. Bu ihtilaftan kurtulmak için, daha önce tarif edilen asr-ı
saniye kadar geciktirmemelidir. İkindi namazını da asr-ı sanide kılmalıdır.
Cuma namazının vakti, aynen öğle namazının vaktidir. (*) 51- İkindi namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe göre, öğle
namazının vaktinin çıkışından güneşin batışına kadar olan zamandır.
Yazın öğle namazını biraz serinlik çıkıncaya kadar geciktirmek, kışın da ilk
vaktinde kılmak müstahabdır. İkindi namazını da güneşin renginin henüz değişmeyeceği
bir vakte kadar geciktirmek daima müstahabdır. Güneşin bu değişmesinden maksad, güneşin gözleri kamaştırmayacak
bir duruma gelmesidir. 52- Akşam namazının vakti, güneşin batmasından başlayıp
şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır. Şafak, İmam Azam'a
göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmam Ebû Yusuf ile İmam
Muhammed ve diğer üç imama göre ve İmam Azam'dan diğer bir rivayete göre şafak, ufukta meydana gelen kızartıdır.
Bu kızartı gidince akşam namazının vakti çıkmış olur. Akşam
namazını ilk vaktinde kılmak müstahabdır. Akşam namazının vakti dar olduğundan onu
geciktirmek uygun olmaz. Bu namazı kızartının kaybolmasına kadar geciktirmemelidir.
53- Yatsı namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe göre, şafağın kaybolmasından
başlayıp ikinci fecrin doğuşuna kadar devam eder. Fecir doğunca yatsı vakti bitmiş olur.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstahabdır. Gecenin yarısına kadar geciktirilmesi
ise mubahtır. İkinci fecrin biraz öncesine kadar geciktirmek, bir özür olmadıkça, mekruhtur. Çünkü bu durumda
yatsı namazının kaçırılmasından korkulur. İhtilaftan kurtulmak için de, ufuktaki beyazlık
kaybolmadıkça yatsı namazını kılmamalıdır. Bulutlu günlerde, sabah, öğle, akşam
namazlarını biraz geciktirmeli, ikindi ve yatsı namazlarını da biraz erken kılmalıdır
ki, bu müstahabdır. 54- Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir.
Ancak vitir konusu ile ilgili bir emirden dolayı vitir namazı yatsı namazından sonra kılınır.
Vitir vaktinin bu şekilde oluşu İmam Azam'a göredir. İki imama göre, vitrin vakti, yatsı namazı
kılındıktan sonra başlar. Bu ayrılık üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar: Bir kimse
yatsı namazını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip başka bir elbise ile vitir namazını
kılsa ve önceki elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa, İmam Azam'a göre yalnız yatsı
namazını yeniden kılmak gerekir. İki imama göre ise, her iki namazı tekrar kılması gerekir;
çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış olur. Bir insan uykudan uyanacağına
güveni yoksa, uyumadan önce vitir namazını kılmalıdır. Eğer uyanacağından emin ise,
vitir namazını gecenin sonuna kadar geciktirmesi daha faziletlidir. 55- Teravih namazının
vakti, sahih kabul edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar
devam eder. Hem vitirden önce, hem de vitirden sonra kılınabilir. Fakat yatsı namazı kılınmadan
teravih namazı kılınmaz; kılınacak olsa tekrarlanması gerekir. 56- Bayram
namazlarının vakti, sabahleyin güneş yükselip de kerahet vakti çıktıktan itibaren başlar ve
güneşin istiva (tam ortada bulunma) zamanına kadar sürer. Ramazan bayramı namazı,
bir özür sebebiyle birinci günün istiva zamanına kadar kılınamazsa, ikinci günün istiva zamanına kadar
kılınır. Özür devam etse bile, artık üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı
namazı ise, bir özürden dolayı birinci gün kılınamazsa, ikinci gün kılınır. İkinci
gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istiva zamanına kadar kılınır. Bir özür olmaksızın
bu bayram namazlarını ikinci ve üçüncü güne bırakmak kötü bir iş olur. Bu bayram namazlarını
istiva anında ve istivadan sonra kılmak hiçbir surette caiz değildir, kaza da edilmezler.
57- Vaktin müsait olduğunu sanarak bir sünnet namaza başlamış olan kimse, iki rekat kıldıktan
sonra farzın kaçırılacağından korkarsa, başlamış olduğu namazı bırakmaz,
iki rekattan sonra teşehhüde oturup sonra selam verir. Üçüncü rekatta ise, dördüncü rekatı da kılar, sonra
selam verir. Çünkü böyle başlanmış olan bir namazın yerine getirilmesi gerekir.
58- Vakit, namazın şartı olduğu gibi, vücubunun da sebebidir. Bu bakımdan, bir yerde namaz vakitlerinden
biri veya ikisi bulunmasa, o vakitlere ait olan namazlar, o yer halkına farz olmaz. Bazı bölgelerde yılın
bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah vakti girmektedir. Bu gibi yerlerde yatsı namazı
düşmüş olur; çünkü yatsının vakti bulunmamıştır. Abdest organlarından birini veya
ikisini kaybeden kimse için bu organlarını yıkamak zorunluluğunun kalkması da bunun gibidir. Bu şekilde
fetva verilmiştir. Bununla beraber bazı fıkıh alimlerine göre, bu gibi yerlerde bulunan müslümanlar da,
beş vakit namaz kılmakla yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti meydana gelmemiş
olsa, o namazı kaza şeklinde kılarlar veya beş vaktin bulunduğu kendilerine en yakın bir bölgenin
vakitlerine göre, o namaz için vakit belirleyerek namazı yerine getirmeye çalışırlar. Gerçek şu ki,
vakit namazın şartıdır, bir sebebi ve bir alametidir. Fakat namazın asıl sebebi, Allah'ın
bir emri oluşudur ve İlahî nizamın arka arkaya devam edip gitmesidir. Bu bakımdan bütün müslümanlar, bu
beş vakti kılmakla yükümlüdürler. Onun için bunları kılmaları gerekir. İmam
Şafiî'nin içtihadı da bu şekildedir. İhtiyata uygun olan da budur. Uzun zaman güneşin
batmadığı veya doğmadığı bölgelerde namaz vakitlerinin böyle takdir edilip edilemeyeceği
fıkrinde fıkıh alimlerinin ihtilafı vardır. Bu gibi bölgelerde bulundukları kabul edilen müslümanların
oruçları ve zekatları hususunda yine böyle bir ölçü koymak uygun görülmektedir. 59- Her gün
beş vakit namaz kılmanın pek çok hikmetleri vardır. Biz burada yalnız şu kadarını
arzedelim: İnsan sabahleyin sanki yeni bir hayata kavuşmuş, karanlıktan aydınlığa çıkmış
olur. Yeni bir çalışma gayreti içine girmiş olur. İnsana bu hayat ve çalışma gücünü veren ve
insana başarı sağlayacak olan ancak Yüce Allah'dır. Bundan dolayı insan, bu hayat nimetine şükretmek
ve bunu bir hayırla sona erdirmek için mübarek sabah namazını kılmakla yükümlü tutulmuştur.
İnsan sabahdan akşama kadar hayatın nimetlerinden yararlanıyor. Bu zaman içinde devamlı olarak maddî
bir çalışma gayreti gösteriyor. Bu bir başarı eseridir. İşte bu başarıya şükretmek
ve bu başarının ruhları duygusuzluk ve katılık içinde bırakmasına engel olmak için
de öğle ile ikindi namazları farz kılınmışlardır. Akşamın yaklaşması
ile, sona ermeye yüz tutan bir günlük yaşayışın ve çalışmanın, ruha zevk veren bir ibadetle
sona ermesi, bir mutluluk ve şükür nişanı ve bir kulluk görevi olacağından akşam namazı
kılınmaktadır. İnsan daha sonra uyku alemine can atacaktır. Ölümün bir çeşidi
olan bir bakımdan da huzur ve istirahat devresi sayılan bu aleme varmadan önce bir günlük hayata kutsal bir ibadetle
son vermek, bir de, o ölüme benzer alemi İlahî bir zevk ve uyanıklıkla geçmek, yaratıcımızın
mağfiretine sığınmak iyi bir sonuç olacağından da yatsı namazı kılınmaktadır.
Sonuç: Gerek insanın ve gerek çevresindeki bütün varlıkların hayatlarında, doğmak, büyümek, duraklamak,
yaşlanmak ve sonra da ölüp gitmek gibi değişik beş safha meydana gelmektedir. Artık büyük bir nimet
olan bu safhalara bir karşılık olmak ve insanın maddî çalışmaları ile manevî çalışmaları
arasında bir denge kurabilmek için, beş vakitte kılınan namazlardan daha yüksek ve daha faziletli bir
çare bulunamaz. Bizleri bu kutsal ibadetle yükümlü olmak şerefine ulaştıran ikramı çok bol mabudumuza
ne kadar şükretsek yine azdır.
(*)Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi için bazı deyimleri bilmek gerekir. Şöyle
ki: Gündüz vaktine Arabça "Nehar" denir. Nehar iki kısımdır. Biri Nehar-ı Şerî (Şer'î Gündüz)'dir
ki, fecr-i sadıktan güneşin batışına kadar devam eder. Diğeri de, Nehar-ı Örfî (Örfî Gündüz)'dir.
Bu da güneşin doğuşundan batışına kadar olan zamandır ve nehar-i şer'î'den kısadır.
Öğle vakti, güneşin zevalinin hemen arkasından başlar. Zeval ise, örfî gündüzün tam ortasına rastlar.
Bir örfî gündüz on saat kabul edilse, tam beşte zeval vakti olmuş olur ve görünüşe göre güneş yolun yarısını
almış sayılır. Artık her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken,
bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı yola
geldiği anda, her şeyin yere düşen gölgesine de, "Fey-i Zeval" denir. Fey, aslında dönme manasınadır.
Gölge, batıdan doğuya dönmeye başladığı için bu adı almıştır. Şimdi
tam bu zeval anında güneşe karşı dikilmiş olan bir metre uzunluğundaki bir şeyin gölgesini
yarım metre kabul ediniz. Bu bir fey'î zevaldir. Bundan sonra o şeyin gölgesini iki metre daha uzayıp artarsa,
yani gölgesi iki buçuk metre olursa, asr-i sani olmuştur. İmam Azam'a göre, öğle vakti çıkmış
ve ikindi vakti girmiştir. Fey-i zeval, bulunulan zaman ve yere göre uzayabilir ve kısalabilir, belirsiz de olabilir.
Şunu da ilave edelim ki, tam bu zeval anına rastlayan bir namaz caiz değildir. Bu bir kerahet vaktidir. Fakat
namazın caiz olmadığı bu kerahet zamanı, pek az bir vakte mi mahsustur; yoksa bundan biraz öncesinden
mi başlar? Burada iki görüş vardır: Bir görüşe göre, burada örfî gündüz esastır. Bu bakımdan
tam zeval vaktine "İstiva vakti" denir ki, güneş-gündüz yarısı dairesi üstünde, herkesin tam başı
üstünde bulunur veya o hizaya gelmiş gibi görülür. İşte kerahet vakti de bu andan ibaret olmuş olur.
Fakat diğer bir görüşe göre bu kerahet vaktinin belirlenmesinde esas olan şer'î gündüzdür. Şer'î gündüzde
istiva vakti, zeval vaktinden biraz önce meydana gelir. Buna göre kerahet zamanı da, bu istiva vaktinden zeval vaktine
kadar uzayan müddet olur. Örnek: Ocak ayının birinci günü, fecr-i sadıkın doğuşu ezanî saatle
12.50 de olsa, güneşin batışı da 12'de olacağına göre, şer'î gündüz süresi 11 saat 10 dakika
olur. Bu günde güneşin doğuşu 2.35'de olacağından örfî gündüzün süresi 9 saat 25 dakika olur. Bu
durumda Şer'î gündüzün yarısı, yani istiva zamanı fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin doğuşundan
3 saat 50 dakika sonraya raslar. Bu bakımdan şer'î gündüzün yarısı zeval vaktinden 52 dakika önce olmuş
olur. işte bu 52 dakikalık süre bir kerahet zamanıdır. Harzem fıkıh alimlerinin görüşü
böyledir. Mekruh vakitler bölümüne bakılsın.
Namazlara Ait Niyetler
60- Namazlarda niyet de şarttır. Şöyle ki: Niyet aslen bir azimden ve kesin bir iradeden ibarettir. Kalbin
bir şeye karar vermesi ve bir işin ne için yapıldığını düşünmeksizin bilmesi demektir.
Namazla ilgili niyet, Yüce Allah'ın rızası için ihlasla namazı kılmayı istemek ve hangi namazın
kılınacağını bilmektir. Yapılan işlerin önemleri ve sevabları niyetlere göredir. İnsanın
niyeti halis (sırf Allah rızası için) olmalıdır. İnsan yapacağı bir ibadeti şuurlu
bir halde yapmalıdır. Yapacağı işle, Allah rızası gibi, yüksek bir gaye gözetmeli ve gaflet
içinde bulunmamalıdır. 61- Niyet kalbe aittir. Bununla beraber kalb ile niyet yapıldıktan
sonra dil ile de söylenmesi daha iyidir. Bir insan başlayacağı bir namaza, kalb ile niyet edip de dili ile
bir şey söylemese, o namazı caiz olur. Fakat kalb ile niyet etmekle beraber "şu vaktin farzını veya
sünnetini kılmaya niyet ettim" demesi, daha iyidir. Bu şekilde, hem kalb, hem de dil ile niyet edilmesi, sahih olan
görüşe göre müstahabdır. Kalbden niyet olmaksızın dil ile yapılan niyet sahih değildir.
62- Farz namazlarla bayram ve vitir namazlarından bunları yerine getirirken hangi vakitler olduğunu belirlemek
gerekir: "Bugünkü sabah namazına" veya "Bugünkü cuma namazına, bugünkü vitir namazına, bugünkü bayram namazına"
diye niyet edilir. Yalnız farz namaza niyet etmek yeterli değildir. Böyle bir niyetle farz namazları tayin
edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu belirlenmeksizin vakit içinde: "Bu vaktin farzını kılmaya"
diye niyet edilmesi kafi gelir. Rekatların sayısını anmaya gerek yoktur. Yalnız cuma namazı
böyle değildir; onu vaktin farzı niyeti ile kılmak olmaz; çünkü asıl vakit öğlenindir, cumanın
değildir. 63- Nafile namazlara gelince: Bunlarda sadece namaza niyet etmek kafidir. Fakat şu
vaktin ilk sünnetine veya son sünnetine niyet ettim, diye de kılınırlar. Bu namazların müekked veya gayri
müekked olduklarını belirlemeye de gerek yoktur. Ancak teravih namazı için: "Teravih namazını veya
vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim" demelidir, ihtiyat olan budur. 64- Cemaata yetişip de,
imamın farzı mı, yoksa teravihi mi kıldığını bilmeyen kimse, farza niyet ederek imama
uyar. Eğer imam farzı kılıyordu ise, uyanın da farzı sahih olur. Eğer imam teravih namazını
kılıyordu ise, ona uyan o kimsenin namazı nafile yerine geçer. Yatsı namazından önce teravih kılınamayacağı
için, teravih yerine geçmez. 65- Niyetin Tekbir alma zamanına yakın olması daha faziletlidir.
Daha önce de niyet edilebilir; yeter ki, niyet ile tekbir arasında namaza aykırı bir hal bulunmuş olmasın.
Örnek: Bir kimse abdest alırken herhangi bir namazı kılmaya niyet etse, sonra namaza aykırı düşen
yiyip içmek ve konuşmak gibi bir işte bulunmadan namaz yerine varıp namaza başlasa sahih olur. Bu arada
hatırına o niyet gelmese dahi yine namazı sahih olur. Fakat tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz
sahih olmaz. Tercih edilen görüş budur. Diğer bir görüşe göre, tekbir aldıktan sonra, Sübhaneke ve Eüzü'den
önce yapılacak niyetle de namaz caiz olur. (İmam Şafiî'ye göre, niyetin tekbire yakın
yapılması şarttır.) 66- Farz namaz yerine getirilirken kazayı niyet etmek,
kaza namazı kılınırken farza niyet etmek suretiyle namaz caiz olur. Örnek: Bir kimse öğle namazının
vakti çıkmamıştır inancı ile öğlenin farzını yerine getirmeye niyet etse ve namazı
tamamladıktan sonra öğle vaktinin çıkmış bulunduğunu anlasa, farza niyet ederek kılmış
olduğu namaz kaza yerine geçer. 67- Bir kimse öğle gibi vakit içinde hem öğle, hem de
ikindi namazına niyet etse, bu niyet vakti girmiş olan namaz için geçerli olur. Vakti girmemiş olan namaz buna
engel olmaz. 68- Bir kimse, bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlayıp da sonra
nafile kılıyormuş gibi bir zanla namazı tamamlasa, bu namazı o farzdan sayılır. Çünkü namazın
sonuna kadar niyetin hatırlanması şart değildir. 69- Bir kimse nafileye niyet ederek
tekbir aldıktan sonra farza niyet ederek tekrar tekbir alsa, farz namaza başlamış olur. Aksi de böyledir.
Yine bir kimse öğle namazının farzına niyet ederek bir rekat kıldıktan sonra, ikindi namazının
farzına veya bir nafile namaza niyet ederek tekrar tekbir alsa, öğle namazını bozmuş olur ve ikinci
niyete göre namaza başlamış sayılır. 70- Cemaat halinde imama uyulduğu
zaman da niyet edilmesi lâzımdır. "Bugünkü öğğle namazının farzını kılmaya niyet
ettim; uydum bu imama" denir. Bu şekilde bir niyet yapılmazsa, imama uymak sahih olmaz. 71-
Bir kimse namaza tek başına başlamışken imama uymaya niyet ederek diliyle tekrar tekbir alsa önceki
namazını bozmuş ve imama uymuş olur. 72- İmama uyan kimsenin kılacağı
namazı belirtmeksizin yalnız: "İmama uydum" veya "iktida ettim" diye niyet etmesi, üstün tutulan görüşe
göre yeterli değildir. "İmamla beraber namaz kılmaya niyet ettim" denilmesi de böyledir.
73- Bir kimse imama uymaya niyet edip namaza başladığı halde imam henüz namaza başlamamış
bulunsa bu uyuş, sahih olmamış olur. Hatta "Allah" veya "Ekber" kelimesini imam daha bitirmeden kendisi bitirse
yine imama uymuş olmaz. Fakat ikinci kere olarak tekbir alsa bununla imama uymuş olur. 74-
Cemaatin imama uymaya niyeti, imam "Allahü Ekber" deyip namaza başlamasından sonra olmalıdır ki, bir namaz
kılana uyulmuş olsun ve imamdan önce tekbir alınmış olmak ihtimali kalmasın. Bu, İmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşüdür. İmam Azam'a göre, cemaatın tekbirleri imamın tekbirine yakın
olmalıdır; çünkü bunda ibadete acele etme fazileti vardır. O halde niyetin önce olması gerekir. Bununla
beraber imam, daha Fatiha suresini bitirmeden tekbir alıp imama uyan kimse, iftitah (başlangıç) tekbirinin
sevabına kavuşmuş olur. 75- Kendisine uyulan imamın kim olduğunu bilmek gerekmez.
Hasan olduğu sanılan imamın, Bekir olduğu anlaşılsa, yapılan imama uyma niyetine bir engel
teşkil etmez. Ancak Hasan'a uydum diye tayinde bulunarak niyet edildiği halde, imamın başkası olduğu
anlaşılsa, iktida (imama uyma) sahih olmamış olur; çünkü bu kayda bağlanmış bir niyettir.
76- İmam olan şahsın, imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak kadınların da kendisine uymalarının
sahih olabilmesi için imamete niyet etmesi gerekir. Bunun için bir imam: "Ene imamun limen tebianî = Ben
bana uyanlara imamım" diye niyet etse, kendisine kadınlar da uyabilirler. İmamet bahsine bakılsın.
İftitah Tekbiri
77- Namaza: "Allahü Ekber" diyerek başlanır. Bu bir iftitah
(başlangıç) tekbiridir. Buna "Tahrime"de denir. İftitah
tekbiri, ancak Yüce Allah'ın şanını yüceltecek olan O'na mahsus bir ifade ile yapılır. Bununla
namaza girilmiş ve dünya işleri ile ilgili kesilmiş olur. Tahrime,
Hanefîlere göre namazın aslen bir rüknü değil, bir şartıdır, namazdan öncedir. Böyle olmakla beraber,
namazın rükünlerine çok bitişik olduğu için bu da bir rükün sayılmıştır.
Üç İmama göre, tahrime de aslen namazın bir rüknüdür. Bu ayrı görüşlerden birtakım
meseleler doğar. 78- Namaza başlarken "Allahü Ekber"
yerine "Allahü'l-Kebîr" veya "Allahü Kebîr" yahut yalnız "Allah"
denilmesi,de farz için yeterlidir. Bunlarda da Yüce Allah'ın şanını yükselten mana vardır. Fakat
şu ifadelerle namaza başlanmaz: "Allahümmeğfîr lî, Estağfirullah, Eüzü Billah, Bismillâh." Çünkü bunlar birer dua sözleridir,
yalnız tazimi ifade etmezler. 79- Bir elif ziyade ederek " اَللّهُ
اَكْبَرْ= Allahü Ekbâr" denilmekle namaza başlanmış olmaz. Namaz içinde
böyle denmesi, sahih olan görüşe göre namazı bozar; çünkü mana değişmiş olur.
"Allah" ismi celilinin elifine med (uzatma) ilavesiyle " اَللّهُ
= Allah" denilmesi de, şübheyi ifade edeceği için namazı bozar. Alimlerden
Muhammed ibni Mükatil'e göre, eğer namaz kılan kimse, med ile medsizliği (bir harfi çekip çekmeme halini) ayıramayacak
bir durumda ise, namazı bozulmaz. Fakat önceki söz esastır. Çünkü bu cehalet özür kabul edilmez.
80- "Allahü Ekber" yerinde Farsça'da kullanılan kâf
harfi ile "Allahü Egber" denilse, bununla namaza başlanmış
olur. 81- İmama uymak üzere ayakta alınan iftitah tekbirinin tamamı
kıyam halinde alınması şarttır. Bunun için rükû halinde bulunan bir imama uyan kimse, kıyam
halinde "Allahü Ekber" derken, "Ekber" sözünü
rüküa vardıktan sonra diyecek olsa, imama uyması sahih olmaz.
Namazlarda Kıyam (Ayakta
Durmak) 82- Kıyam, farz ve vacib namazlarda bir rükûndür ve bir
esastır. Bundan dolayı kıyama gücü yeten kimsenin oturarak kılacağı farz veya vacib namaz caiz
olmaz. rükûnler farz olduğundan onlara riayet etmek gerekir. 83- Bir hasta gerçek olarak veya hükmen
ayakta durmaktan aciz kalsa, namazını oturarak kılar. Bu şöyle olabilir: Ya hastalık gibi bir özürden
dolayı gerçekten ayakta duramıyor veya sıhhatli olduğu halde şiddetli ağrılar duyacağından
veya bulunduğu halden daha kötü bir hale düşeceğinden korktuğu için ayakta durmuyor. Her iki halde de
oturarak kılabilir. Gücü yetiyorsa rükû ve secdeleri yapar; çünkü zorluklar kolaylığı kazandırır.
Zaruretler de, kendi mikdarlarınca bir ölçüye bağlanır. 84- Bir hasta, bir yere dayanmak
suretiyle ayakta namaz kılmaya gücü yettiği sürece oturarak farz namazları kılamaz. Yine bir süre ayakta
dunnaya gücü yetiyorsa, o sürece ayakta durur ve sonra oturarak namazı bitirir. Öyle ki, yalnız iftitah tekbirini
ayakta almaya gücü yeten kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar; başka türlü
yapamaz. 85- Bir hasta, ayakta durmaya gücü yettiği halde rükû ve secdeye veya yalnız secde
etmeye gücü yetmezse, namazını ayakta kılması gerekmez. Oturup imâ (İşaret) ile namaz kılar,
faziletli olan budur. Fakat İmam Züfer ile üç İmama göre, namazını ayakta imâ ile kılması gerekir.
İmâ'dan maksad, namazda başı aşağıya doğru eğerek rükû ve secde için yapılan
işarettir. Ancak secde için yapılan eğilme hareketi, rükû için yapılandan daha aşağı olması
gerekir. 86- Ayakta namaz kıldığı takdirde Kur'an okumaktan aciz kalacak olan bir
kimse, namazını oturup kıraetle kılar. Ayakta bir mikdar okumaya gücü yeten kimse, gücü yettiği kadar
ayakta okur, geri kalan kısmı oturarak okur. 87- Rükû ve secde ile namaz kıldığı
takdirde yarasından kan akacak kimse namazını ayakta veya oturarak imâ ile kılar. Ayakta namaz kıldığı
takdirde idrarını tutamayacak olan kimse de, namazını oturarak rükû ve secde ile kılar.
88- Tek başına namaz kılınca kıyama gücü yettiği halde, cemaatla kıldığı
zaman buna gücü yetmeyen kimse, ayakta namaza başlar, sonra oturur. Gücü varsa rükû için yine ayağa kalkar ve rükû
eder; fakat namazı tekrar kılması gerekmez. 89- Oturduğu halde de, rükû ve secde
etmeye gücü yetmeyen kimse, başı ile ima ederek rükû ve secdesini yapar. Secde için, rükûdan ziyade başını
eğer. Üzerine secde etmek için yastık gibi bir şey temin etmesi uygun değildir. Bununla beraber böyle
bir şey üzerine başını koyarak secde etmesi de caizdir. Bu durumda secde yerinin sertliğini duyarsa,
namazını rükû ve secde ile kılmış sayılır, duymazsa ima ile kılmış olur.
90- Oturarak da namazını kılamayan kimse, arkası üzerine yatar ve ayaklarını kıble yönüne
doğru uzatır. Sonra rükû ve secde için ima ederek namazını kılar. Başı ile ima edebilmesi
için, omuzlarının altına uygun bir şey konur. Böyle bir hasta, yüzü kıbleye yönelmiş olarak
sağ yanı üzerine yatıp ima ile rükû ve secde yapsa, namazı yine caiz olur. Fakat gücü varsa, arkası
üzerine yatması daha faziletlidir. 91- Oturarak namaz kılabilecek bir hasta, gücü varsa teşehhüdde
oturulduğu gibi oturur ve böylece namazını tamamlar. Buna gücü yoksa, kolayına geldiği şekilde
oturur. 92- Bir hasta başı ile ima etmeye gücü yetmese, namazını sonraya bırakır;
kalbi ile, kaş ve gözleri ile ima etmez. Bu hüküm İmam Azam'a göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu durumda kalbi
ile imada bulunmazsa da, göz ve kaşları ile ima eder. İmam Züfer ile İmam Şafiî'ye göre, kalbi ile
de imada bulunur. Diğer bir rivayete göre, böyle bir hastanın acziyet hali bir gün ve bir
geceden fazla devam ederse, bu zamanla ilgili namazları büsbütün kendisinden düşer. Aklı başında
olsa da hüküm budur. 93- Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az devam
ederse, bu arada geçen namazlarını kaza eder. Fakat bundan çok devam ederse, namazları üzerinden düşer.
Bu azlık ve çokluk İmam Azam'a göre saat itibariyledir. İmam Muhammed'e göre ise, geçen namazların vakitleri
itibariyledir. Bunun için İmam Muhammed'e göre, geçmiş olan namazlar beşten fazla ise düşerler; değilse
düşmezler. Bu görüş daha sahih görülmektedir. Sonuç: Namaz, tam bir özür bulunmadıkça
asla terk edilemez ve geciktirilemez. Aksi halde Yüce Allah'ın azabı çok şiddetlidir, pek korkunçtur. O'nun
büyük varlığına sığınırız. 94- Bir özre dayanmaksızın
farz namazlar hayvan üzerinde kılınmaz. Bu hükümde vitir namazı ile cenaze namazı ve yerde okunmuş
olan secde ayetinden dolayı yapılacak tilavet secdesi ve kazası gereken herhangi bir namaz da aynıdır.
İmam Azam'dan bir rivayete göre, sabah namazının sünneti de bir özür bulunmadıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
95- Yürümekte olan bir araba, yürür halde olan hayvan hükmündedir. Onun için bir zaruret bulunmadıkça yürür halde olan
araba üzerinde farz ve vacib namazlar kılınamaz. Yerde duran araba ise, yer üzerindeki bir sedir ve bir taht gibidir,
üzerinde herhangi bir namaz kılınabilir. 96- Yüzüp gitmekte olan bir gemi içinde, bir özür
olmaksızın bütün namazlar oturularak kılınabilir. Fakat ayakta kılmak daha faziletlidir. Bu, İmam
Azam'a göredir. İki imama göre, baş dönmesi gibi bir özür bulunmadıkça, yürüyen gemi içinde farz namazlar oturularak
kılınamaz. Çünkü kıyam (ayakta durmak), bir rükûndür, bir özür bulunmadıkça terk edilemez. İmam Azam'a
göre ise, gemide baş dönmesi galiptir; galip ise muhakkak hükmündedir. 97- Deniz kenarında
veya ortasında bağlı bulunan bir gemi, eğer çalkalanmamakta ise yer hükmündedir; içinde ayakta olarak
namaz kılınabilir. Fakat çalkalanıp durmakta ise, hayvan hükmünde olur; mümkünse içinden çıkıp dışarda
namaz kılmak gerekir. Hareket halinde bulunan bir uçak da yürümekte olan bir gemi gibidir; bunun
da yürümesi ve durması yolcunun elinde değildir. 98- Yürümekte olan deve gibi bir hayvanın
üzerindeki Mahmil'in iki gözü, hayvanın sırtı hükmündedir. Fakat durmakta olan bir hayvanın üzerindeki
Mahmil'in (içinde insan oturan eğerin) iki gözü altına yere dayanmak için bir ağaç dikildiği takdirde,
yer üzerindeki sedir, tahta ve minderlik hükmünde olur. 99- Hayvan üzerinde namaz kılan kimse,
rükû ve secdeyi ima ile yapar; secde için rükûdan biraz daha fazla eğilir. Hayvan üzerindeki eğer gibi herhangi
bir eşya üzerine başını koyarak secde edilmesi mekruhtur. 100- Sünnet ve müstahab
namazlar, bir özür bulunmaksızın oturularak da kılınabilir. Fakat fazilet ayakta kılınmalarındadır.
Bunda alimlerin ittifakı vardır. İmam Azam'a göre, yalnız sabah namazının sünneti bundan müstesnadır;
özürsüz oturularak kılınmaz. Yukarda buna işaret edilmişti. Teravih namazını da özürsüz oturarak
kılmak caiz ise de, keraheti vardır. 101- Bir kimsenin ayakta olarak başladığı
nafile bir namazı, yorulacak olsa bir yere dayanarak veya oturarak kılması caizdir. Böyle bir özür bulunmadıkça,
bir yere dayanılmasında veya oturulmasmda kerahet vardır. 102- Bir kimse oturarak kılmaya
başladığı nafile bir namazı, kalkıp ayakta tamamlayabilir. Bunda ittifak vardır.
Namazlarda Kıraet
103- Namazda kıraet: Namaz kılanın kendisi işitebilecek derecede dili ile harfleri belirterek Kur'an-ı
Kerîm ayetlerinden bir mikdar okunması, namazın bir rüknü olarak farzdır. Kendisi duyamayacak kadar bir sesle
okuyuş kıraet değildir. Ancak imama uyan kimse bu kıraetten müstesnadır, bu kimse Kur'an okumaz.
İleride açıklanacaktır. 104- Vitrin ve nafile namazların bütün rekatlarında,
iki rekatlı farzların her iki rekatında kıraet farzdır. Fakat dört rekatlı farz namazlarda üç
rekatlı farz namazda, tayin yapılmaksızın yalnız iki rekatlarında kıraet farzdır.
Ancak kıraetin ilk iki rekatta yapılması vacib görülmüştür. Bunun için ilk iki rekatta kıraatin kasden
terk edilmesi mekruhtur. Yanılarak terk edilmesi de sehiv (yanılma) secdesi yapılmasını gerektirir.
Farzların diğer rekatlarında Fatiha okunması, sahih kabul edilen görüşe göre vacibdir. Yanılarak
Fatiha'nin terk edilmesi de sehiv secdesini gerektirir. Fakat diğer rivayetlere göre, farzların
son üçüncü ve dördüncü rekatlarında kıraet caiz olduğu gibi tesbihde bulunmak veya üç tesbih mikdarı susmak
da caizdir. Ancak Kur'an okumak daha faziletlidir. Fatiha okumak da sünnettir.
Namazlarda Rükû
108- Namazlarda rükû da bir rükün olduğundan farzdır. Kıraetten sonra eğilerek rükûa varılır.
Baş ile sırt düz bir doğrultuda bulunur. Eller dizlere kadar uzatılıp dizler kavranır. Ayakta
namaz kılan kimsenin rükû için yalnız başını eğmesi kafi gelmez. Arkasını da eğerek
doğru bir çizgi gibi düz bir durum almış bulunur. Bu, tam bir rükûdur. Rükûa giden kimse böyle bir vaziyet
almaz da kıyama daha yakın bir şekilde eğilirse, onun rükûu sahih olmaz. Fakat rükû vaziyetine daha yakın
eğilmiş ise, rükûu sahih olur. 109- Otururken namaz kılan kimse, rükûa vardığı
zaman alnı dizlerine paralel olacak derecede arkasını eğmelidir. Rükûda bulunuyor
gibi kanbur olan kimsenin rükûu başını biraz eğmekle olur. Kanburluğu rükû sayılmaz.
110- İmama rükû halinde yetişen kimse, ayakta tekbir alıp ondan sonra rükûa gider. Bu tekbiri rükûa yakın
vaziyette alırsa namazı bozulur, imama uymuş olmaz. 111- İmam henüz rükûda iken
yetişip de onu uyarak rükûa varan kimse, o rekatı imamla kılmış sayılır. Fakat bir insan,
imam rükûda iken tekbir alıp da, imam rükûdan kalktıktan sonra rükûa gitse, o rekata yetişmiş sayılmaz,
bir rekatı kaçırmış olur. Kaçırdığı rekatı namaz sonunda imam selam verdikten
sonra tek başına kılar. 112- İmama uyan kimse, imamdan önce rükûa varıp daha
imam rükûa gitmeden başını kaldırırsa, bu rükû yeterli olmaz. Bunu imamın rükûu ile iade etmezse
namazı bozulmuş olur. İmamdan önce rükû veya secdeden başını kaldıran
kimse, imama aykırı davranışımxnı gidermek için hemen rükû veya secdeye döner.
113- İmama rükûda yetişen kimse iki tekbire muhtaç değildir. Ayakta "Allahü Ekber" deyip hemen rükûa gider.
Bu bir tekbir ile hem iftitah, hem de rükû tekbirini almış olur. (İmamet bahsine bakılsın).
Namazlarda Secde
114- Secde de namazın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra secdeye varır.
Rükûdan doğrulduktan sonra yere kapanarak iki dizi üzerinde ellerine dayanarak alnını ve bumunu (yüzünü) iki
eli arasında yere veya yere bitişik bir şey üzerine koyar. Yüce Allah'a tazimde bulunur. Bu şekilde secde,
her rekatta ikişer defa arka arkaya yapılır. 115- Namazda secde için alın yere koyulduğu
halde burun yere konmasa, secde yine caiz olur; fakat böyle bir secde özür bulunmayınca mekruhtur. Aksine olarak burun
yere konur da alın konmazsa, özür olmadığı takdirde imam Azam'a göre kerahetle caiz olur. İki imama
göre özürsüz böyle bir secde caiz olmaz. 116- Bir özre dayanarak da olsa, yanak ve çene ile secde yapılmaz.
Alın ve burunda secde etmeye engel bir özür bulunursa, ima ile secde yapılır. 117- Secdede
elleri ve dizleri yere koymak her halde farz değildir, sünnettir. Fakat İmam Züfer, İmam Şafiî ve İmam
Ahmed'e göre farzdır. 118- İki ayağın veya bir ayağın parmakları
yere konmadıkça secde caiz değildir. Tercih edilen görüş budur. Bir ayağın yalnız bir parmağını
veya ayağın yalnız üstünü yere koymak kafi gelmez. 119- Secde edilecek yer, ayakların
konduğu yerden eğer yarım arşın (on iki parmak) mikdarı yükseklikte olursa, secde caiz olur,
daha fazla yüksek olursa caiz olmaz. 120- Kalabalıktan veya başka bir özürden dolayı
dizler üzerine secde caizdir. Yine kalabalıktan dolayı aynı namazı kılanların birbiri arkasına
secde etmeleri de caizdir. 121- Bir kimse, başındaki sarığın büklümü üzerine
veya elbisenin fazla kısmı üzerine secde ettiği takdirde, eğer bunlar temiz bir şey üzerine konulmuş
olur ve sarığın büklümü de alna bitişik bulunursa secde caiz olur, değilse olmaz. Her halde yerin
sertliğini duymak da gerekir. Bu sertliğin duyulmasına engel olacak pamuk ve benzeri bir şey üzerine secde
edilemez. 122- Atılmış yün ve pamuk, saman ve kar gibi bir şey üzerine secde edildiği
takdirde, eğer bunların boşlukları kaybolur da sertleşirlerse, üzerlerine secde caiz olur. Fakat
bunların içinde yüz kaybolup sertlikleri duyulmazsa ve yüz yere inip kararlaşmazsa secde caiz olmaz.
123- Çuval içinde bulunan buğday, arpa, pirinç ve darı gibi ürünler üzerine secde yapılabilir. Fakat çuval
içinde bulunmayan buğday ve arpa üzerine secde yapılabilirse de, darı gibi kaypak şeyler üzerine secde
yapılamaz. 124- Ufak bir taş üzerine secde edilemez. Fakat alnın çoğu bu taş
ile beraber yere değecek olursa caiz olur. 125- Bir özür olmasa dahi, yere serilmiş olan herhangi
temiz bir şey üzerine secde edilebilir. Yerin pis olması zarar vermez, o yerin pis kokusu veya pisliğin rengi
gibi bir eseri bulunmamak şartı ile... O kadar var ki, böyle bir şeyin yere serilmesi, ya sıcaktan, ya
soğuktan korunmak veya elbiseyi toz-topraktan korumak için olmalıdır. Yoksa yalnız alnı topraktan
korumak için olursa, kerahet işlenmiş olur. (İmam Malik'e göre, kilim, keçe, posteki
gibi, yer cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur.) 126- Sıcaktan veya
soğuktan korunmak gibi bir özürden dolayı, temiz yer üzerine konulacak iki el üzerine secde edilebilir.
127- Üzerinde namaz kılınacak bir sergi, eğer temiz bir elbise ise, yukarı tarafını aşağıya
getirip etekleri üzerine secde etmelidir. Çünkü böyle yapmak, tevazua daha yakındır. 128-
Farz olan rükû ve secde rükünlerinin yerine getirilmiş olması için, rükû ve secde denilebilecek kadar o vaziyetlerde
durmak yeterlidir; muhakkak üçer kez tesbih okunacak mikdar beklemek farz değildir. Fakat rükû ve secdede sünnet mikdarı
en az üçer kere tesbih okumaktır. Orta derecesi beş tesbih ve yüksek derecesi de yedişer tesbih okumaktır.
Yalnız başına namaz kılan daha çok tesbih yapabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası
bulunmadıkça üçten fazla tesbihte bulunmamalıdır; çünkü cemaatı usandırmak ve kaçırmak uygun
değildir. Rükû'da tesbih: "Sübhane Rabbiye'l-Azîm"dir. (1) Secdedeki tesbih de: "Sübhane Rabbiye'l-Alâ"dır.
(2) 129- Her rekatta iki secde yapılır.
Bunlardan biri kasden terk edilse namaz bozulur. Yanılarak terk edilirse, namazdan sonra hatıra gelse bile, namaza
aykırı bir iş yapılmamışsa hatırlandığı anda secdeye varılır ve
ondan sonra son oturuş iade edilir ve sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdesi bahsine bakılsın!
130- Secde, namazın en büyük bir rüknüdür. Secde, Yüce Allah'a gösterilen tevazu ve tazimatın en mükemmel alametidir.
Bir hadîs-i şerîfde: "Kulun, Rabbına en yakın olduğu hal, secdeye varmış olduğu
haldir. Artık secdede duayı çokça yapınız" buyurulmuştur. Çünkü secde hali, en ziyade küçülme
ve teslimiyet hali olduğundan orada duanın kabulü umulur. Secdesiz bir namaz, namaz değildir. Mabudumuzun manevî
huzurunda yerlere kapanarak saygısını arzetmek istemeyen bir insan, kulluk görevini terk etmiş, Yüce Allah'ın
rahmetine kavuşma şerefinden yoksun kalmış olur.
(1) "Pek büyük olan Rabbim, her türlü noksanlıklardan beridir, münezzehtir." (2) "Yüce
kudret ve azamet sahibi olan rabbimi bütün noksanlıklardan tenzih ederim." Namazlarda
Son Oturuş 131- Namazların sonunda teşehhüd
mikdarı oturmak da, namazın bir farzı ve bir rüknüdür. Buna Ka'de-i Ahire (son oturuş) denir. İki
rekatlı namazlarda olan tek oturuşa da Ka'de-i Ahire denir. Sabah namazında olduğu gibi. Teşehhüd
mikdarından maksad, "Tahiyyat'ı" okuyacak kadar zamandır.(*) 132- Bir kimse sabah namazının iki rekatını kıldıktan sonra ikinci
rekat sonunda oturmaksızın ayağa kalkıp üçüncü rekatın secdesini yapmış olsa, bu namaz
farziyetini yitirir ve nafîleye döner. Bu durumda bir rekat daha kılar ve sonunda oturarak selam verir.
Yine, dört rekatlı bir farz namazın dördüncü rekatında ve akşam namazının üçüncü rekatında
oturmayıp da bir rekat daha kılınarak secdeye varılsa, bu namaz da nafileye dönmüş olur. Bu halde
kılınan namaz sabah namazı ise, dört rekattan sonra hemen selam verilir. İkindi gibi dört rekatlı
namaz ise, beşinci rekata bir rekat daha ilave edip ondan sonra selam verilir. Sahih olan görüşe göre, bu durumda
sehiv secdesi gerekmez. Bu mesele, İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e
göre ise, bu namaz esasen namaz olmaktan çıktığı için nafile de olmaz. 133- Bir
kimse namazın sonunda teşehhüd mikdarı oturduktan sonra namazdaki tilavet secdesini hatırlayarak secdeye
varsa, namazı bozulur. Çünkü bu halde son oturuş bulunmamış sayılır. Fakat tilavet secdesinden
sonra tekrar teşehhüd mikdarı oturursa, o zaman son oturuş yapılmış demektir.
134- Son oturuşun tamamını uyku içinde geçiren kimse, uyandıktan sonra tekrar bir teşehhüd mikdarı
oturmazsa namazı bozulur. Çünkü uyku içinde yapılan bir iş, iradeye bağlı olmadığı
için geçerli değildir. Bu işin bulunması ile bulunmaması eşittir. Namazda uyku içinde yapılan
kıyam, kıraat ve rükû gibi işler de böyledir, geçerli değildir.
(*) Anlamı: "Bütün dualar ve övgüler (veya bütün mülkler), bedenî ve malî ibadetler Yüce
Allah'a mahsustur. Bunlara başkaları hak kazanamaz. Selam da, Yüce Allah'ın rahmet ve bereketleri de, ey şanlı
peygamber, sana aittir. Selam hem bizlere, hem de Yüce Allah'ın salih kullarına olsun. Şehadet ederim ki, (kesinlikle
bilirim ki) Yüce Allah'dan başka gerçek mabud yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hazret-i Muhammed, Yüce Allah'ın
kuludur ve peygamberidir." 105- Namazda kıraetin farz olan mikdarına gelince: İmam
Azam'a göre bu farz olan mikdar, kıraat farz olan her rekatta, ayet kısa dahi olsa, en az bir ayettir. Bu mikdar
Kur'an okundu mu, bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat iki İmama ve İmam Azam'dan diğer bir rivayete
göre, bu mikdar üç kısa ayet veya en az üç kısa ayet mikdarı olacak kadar uzun bir ayettir. İhtiyata uygun
olan da budur. Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan "Nun" ve "Müdhammetân" ayetlerinin okunması,
sahih olan görüşe göre, ittifakla yeterli olmaz. Çünkü bu mikdar kıraet sayılmaz. 106-
Bir ayet-i kerîmeden başkasını okumaya gücü yetmeyen kimse, o ayet-i kerîmeyi İmam Azam'a göre bir rekatta
bir defa okur, üç kez okumaz. İki imama göre, üç kez tekrarlar. Fakat üç ayet okumaya gücü yeten kimsenin bir ayeti üç
kez tekrarlaması iki İmama göre de caiz değildir. 107- "Ayetü'l-Kürsî" gibi uzun bir
ayetten bir kısmını bir rekatta, diğer kısmınıda diğer rekatta okumak, sahih olan
görüşe göre, yeterli olur; çünkü bunlar üçer kısa ayete denk olmuş bulunur. Yanlış
okuyuşların hükümleri için "Zelletü'l-Kari" bahsine bakılsın.
Namazlarda Rükû
108- Namazlarda rükû da bir rükün olduğundan farzdır. Kıraetten sonra eğilerek rükûa varılır.
Baş ile sırt düz bir doğrultuda bulunur. Eller dizlere kadar uzatılıp dizler kavranır. Ayakta
namaz kılan kimsenin rükû için yalnız başını eğmesi kafi gelmez. Arkasını da eğerek
doğru bir çizgi gibi düz bir durum almış bulunur. Bu, tam bir rükûdur. Rükûa giden kimse böyle bir vaziyet
almaz da kıyama daha yakın bir şekilde eğilirse, onun rükûu sahih olmaz. Fakat rükû vaziyetine daha yakın
eğilmiş ise, rükûu sahih olur. 109- Otururken namaz kılan kimse, rükûa vardığı
zaman alnı dizlerine paralel olacak derecede arkasını eğmelidir. Rükûda bulunuyor
gibi kanbur olan kimsenin rükûu başını biraz eğmekle olur. Kanburluğu rükû sayılmaz.
110- İmama rükû halinde yetişen kimse, ayakta tekbir alıp ondan sonra rükûa gider. Bu tekbiri rükûa yakın
vaziyette alırsa namazı bozulur, imama uymuş olmaz. 111- İmam henüz rükûda iken
yetişip de onu uyarak rükûa varan kimse, o rekatı imamla kılmış sayılır. Fakat bir insan,
imam rükûda iken tekbir alıp da, imam rükûdan kalktıktan sonra rükûa gitse, o rekata yetişmiş sayılmaz,
bir rekatı kaçırmış olur. Kaçırdığı rekatı namaz sonunda imam selam verdikten
sonra tek başına kılar. 112- İmama uyan kimse, imamdan önce rükûa varıp daha
imam rükûa gitmeden başını kaldırırsa, bu rükû yeterli olmaz. Bunu imamın rükûu ile iade etmezse
namazı bozulmuş olur. İmamdan önce rükû veya secdeden başını kaldıran
kimse, imama aykırı davranışımxnı gidermek için hemen rükû veya secdeye döner.
113- İmama rükûda yetişen kimse iki tekbire muhtaç değildir. Ayakta "Allahü Ekber" deyip hemen rükûa gider.
Bu bir tekbir ile hem iftitah, hem de rükû tekbirini almış olur. (İmamet bahsine bakılsın).
Namazlarda Secde
114- Secde de namazın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra secdeye varır.
Rükûdan doğrulduktan sonra yere kapanarak iki dizi üzerinde ellerine dayanarak alnını ve bumunu (yüzünü) iki
eli arasında yere veya yere bitişik bir şey üzerine koyar. Yüce Allah'a tazimde bulunur. Bu şekilde secde,
her rekatta ikişer defa arka arkaya yapılır. 115- Namazda secde için alın yere koyulduğu
halde burun yere konmasa, secde yine caiz olur; fakat böyle bir secde özür bulunmayınca mekruhtur. Aksine olarak burun
yere konur da alın konmazsa, özür olmadığı takdirde imam Azam'a göre kerahetle caiz olur. İki imama
göre özürsüz böyle bir secde caiz olmaz. 116- Bir özre dayanarak da olsa, yanak ve çene ile secde yapılmaz.
Alın ve burunda secde etmeye engel bir özür bulunursa, ima ile secde yapılır. 117- Secdede
elleri ve dizleri yere koymak her halde farz değildir, sünnettir. Fakat İmam Züfer, İmam Şafiî ve İmam
Ahmed'e göre farzdır. 118- İki ayağın veya bir ayağın parmakları
yere konmadıkça secde caiz değildir. Tercih edilen görüş budur. Bir ayağın yalnız bir parmağını
veya ayağın yalnız üstünü yere koymak kafi gelmez. 119- Secde edilecek yer, ayakların
konduğu yerden eğer yarım arşın (on iki parmak) mikdarı yükseklikte olursa, secde caiz olur,
daha fazla yüksek olursa caiz olmaz. 120- Kalabalıktan veya başka bir özürden dolayı
dizler üzerine secde caizdir. Yine kalabalıktan dolayı aynı namazı kılanların birbiri arkasına
secde etmeleri de caizdir. 121- Bir kimse, başındaki sarığın büklümü üzerine
veya elbisenin fazla kısmı üzerine secde ettiği takdirde, eğer bunlar temiz bir şey üzerine konulmuş
olur ve sarığın büklümü de alna bitişik bulunursa secde caiz olur, değilse olmaz. Her halde yerin
sertliğini duymak da gerekir. Bu sertliğin duyulmasına engel olacak pamuk ve benzeri bir şey üzerine secde
edilemez. 122- Atılmış yün ve pamuk, saman ve kar gibi bir şey üzerine secde edildiği
takdirde, eğer bunların boşlukları kaybolur da sertleşirlerse, üzerlerine secde caiz olur. Fakat
bunların içinde yüz kaybolup sertlikleri duyulmazsa ve yüz yere inip kararlaşmazsa secde caiz olmaz.
123- Çuval içinde bulunan buğday, arpa, pirinç ve darı gibi ürünler üzerine secde yapılabilir. Fakat çuval
içinde bulunmayan buğday ve arpa üzerine secde yapılabilirse de, darı gibi kaypak şeyler üzerine secde
yapılamaz. 124- Ufak bir taş üzerine secde edilemez. Fakat alnın çoğu bu taş
ile beraber yere değecek olursa caiz olur. 125- Bir özür olmasa dahi, yere serilmiş olan herhangi
temiz bir şey üzerine secde edilebilir. Yerin pis olması zarar vermez, o yerin pis kokusu veya pisliğin rengi
gibi bir eseri bulunmamak şartı ile... O kadar var ki, böyle bir şeyin yere serilmesi, ya sıcaktan, ya
soğuktan korunmak veya elbiseyi toz-topraktan korumak için olmalıdır. Yoksa yalnız alnı topraktan
korumak için olursa, kerahet işlenmiş olur. (İmam Malik'e göre, kilim, keçe, posteki
gibi, yer cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur.) 126- Sıcaktan veya
soğuktan korunmak gibi bir özürden dolayı, temiz yer üzerine konulacak iki el üzerine secde edilebilir.
127- Üzerinde namaz kılınacak bir sergi, eğer temiz bir elbise ise, yukarı tarafını aşağıya
getirip etekleri üzerine secde etmelidir. Çünkü böyle yapmak, tevazua daha yakındır. 128-
Farz olan rükû ve secde rükünlerinin yerine getirilmiş olması için, rükû ve secde denilebilecek kadar o vaziyetlerde
durmak yeterlidir; muhakkak üçer kez tesbih okunacak mikdar beklemek farz değildir. Fakat rükû ve secdede sünnet mikdarı
en az üçer kere tesbih okumaktır. Orta derecesi beş tesbih ve yüksek derecesi de yedişer tesbih okumaktır.
Yalnız başına namaz kılan daha çok tesbih yapabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası
bulunmadıkça üçten fazla tesbihte bulunmamalıdır; çünkü cemaatı usandırmak ve kaçırmak uygun
değildir. Rükû'da tesbih: "Sübhane Rabbiye'l-Azîm"dir. (1) Secdedeki tesbih de: "Sübhane Rabbiye'l-Alâ"dır. (2) 129- Her rekatta iki secde yapılır.
Bunlardan biri kasden terk edilse namaz bozulur. Yanılarak terk edilirse, namazdan sonra hatıra gelse bile, namaza
aykırı bir iş yapılmamışsa hatırlandığı anda secdeye varılır ve
ondan sonra son oturuş iade edilir ve sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdesi bahsine bakılsın!
130- Secde, namazın en büyük bir rüknüdür. Secde, Yüce Allah'a gösterilen tevazu ve tazimatın en mükemmel alametidir.
Bir hadîs-i şerîfde: "Kulun, Rabbına en yakın olduğu hal, secdeye varmış olduğu
haldir. Artık secdede duayı çokça yapınız" buyurulmuştur. Çünkü secde hali, en ziyade küçülme
ve teslimiyet hali olduğundan orada duanın kabulü umulur. Secdesiz bir namaz, namaz değildir. Mabudumuzun manevî
huzurunda yerlere kapanarak saygısını arzetmek istemeyen bir insan, kulluk görevini terk etmiş, Yüce Allah'ın
rahmetine kavuşma şerefinden yoksun kalmış olur.
(1) "Pek büyük olan Rabbim, her türlü noksanlıklardan beridir, münezzehtir." (2) "Yüce
kudret ve azamet sahibi olan rabbimi bütün noksanlıklardan tenzih ederim."
Namazlarda Son Oturuş
131- Namazların sonunda teşehhüd mikdarı oturmak da, namazın bir farzı ve bir rüknüdür. Buna Ka'de-i
Ahire (son oturuş) denir. İki rekatlı namazlarda olan tek oturuşa da Ka'de-i Ahire denir. Sabah namazında
olduğu gibi. Teşehhüd mikdarından maksad, "Tahiyyat'ı" okuyacak kadar zamandır.(*) 132- Bir kimse sabah namazının iki rekatını kıldıktan
sonra ikinci rekat sonunda oturmaksızın ayağa kalkıp üçüncü rekatın secdesini yapmış olsa,
bu namaz farziyetini yitirir ve nafîleye döner. Bu durumda bir rekat daha kılar ve sonunda oturarak selam verir.
Yine, dört rekatlı bir farz namazın dördüncü rekatında ve akşam namazının üçüncü rekatında
oturmayıp da bir rekat daha kılınarak secdeye varılsa, bu namaz da nafileye dönmüş olur. Bu halde
kılınan namaz sabah namazı ise, dört rekattan sonra hemen selam verilir. İkindi gibi dört rekatlı
namaz ise, beşinci rekata bir rekat daha ilave edip ondan sonra selam verilir. Sahih olan görüşe göre, bu durumda
sehiv secdesi gerekmez. Bu mesele, İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e
göre ise, bu namaz esasen namaz olmaktan çıktığı için nafile de olmaz. 133- Bir
kimse namazın sonunda teşehhüd mikdarı oturduktan sonra namazdaki tilavet secdesini hatırlayarak secdeye
varsa, namazı bozulur. Çünkü bu halde son oturuş bulunmamış sayılır. Fakat tilavet secdesinden
sonra tekrar teşehhüd mikdarı oturursa, o zaman son oturuş yapılmış demektir.
134- Son oturuşun tamamını uyku içinde geçiren kimse, uyandıktan sonra tekrar bir teşehhüd mikdarı
oturmazsa namazı bozulur. Çünkü uyku içinde yapılan bir iş, iradeye bağlı olmadığı
için geçerli değildir. Bu işin bulunması ile bulunmaması eşittir. Namazda uyku içinde yapılan
kıyam, kıraat ve rükû gibi işler de böyledir, geçerli değildir.
(*) Anlamı: "Bütün dualar ve övgüler (veya bütün mülkler), bedenî ve malî ibadetler Yüce
Allah'a mahsustur. Bunlara başkaları hak kazanamaz. Selam da, Yüce Allah'ın rahmet ve bereketleri de, ey şanlı
peygamber, sana aittir. Selam hem bizlere, hem de Yüce Allah'ın salih kullarına olsun. Şehadet ederim ki, (kesinlikle
bilirim ki) Yüce Allah'dan başka gerçek mabud yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hazret-i Muhammed, Yüce Allah'ın
kuludur ve peygamberidir."
|